Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından 15 Nisan’da açılışı yapılan Ayasofya Medresesi, kadim mabet Ayasofya’nın tarihine mercek tutacak uluslararası sempozyum ile kapılarını açtı.
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Ayasofya Araştırmaları Merkezi tarafından 27-29 Mayıs tarihleri arasında Kadim Bir Mabedin Tarihi başlığıyla düzenlenen II. Uluslararası Ayasofya Sempozyumu, Ayasofya Camii’nin gölgesinde gerçekleştirildi.
Ayasofya Medresesi’ndeki ilk ilmi faaliyetin açılışında konuşan Vakıflar Genel Müdürü Burhan Ersoy, Ayasofya’nın sadece bir ibadet mekânı değil bir idealin, medeniyet tasavvuru ve inancın sembolü olduğunu vurguladığı konuşmasında, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “İmparatorluğun mimarisi imparatorluğun kendisine benzer” sözünü hatırlatarak şunları kaydetti:
“Ayasofya’yı camiye dönüştüren ve yeniden inşa eden zihniyet, aslında bir medeniyet tasavvurunun yolunu açmıştır. Bu yüzden Ayasofya ve İstanbul’un fethini sloganla değil, felsefe ile yeniden okumak gerekir. İstanbul’un yeniden inşa ve ihyasında, bir İslam şehrine dönüşmesinde büyük bir rolü olan Ayasofya Vakfiyesi, bugün kadim şehirlerimizin yeniden imar edilmesinde yol gösterici, kılavuz bir metin olarak okunmalıdır. Bir şehir yeniden nasıl imar edilir, nasıl dönüştürülür, nasıl bir ruh kazandırılır sorularına cevap arayanlar mutlaka Ayasofya Vakfiyesine bakmalıdırlar.”
“Ayasofya toplumsal hatıra mekânıdır”
Zaman ve mekân içinde varlığını sürdüren insanoğlunun bir mekâna bağlı olarak gerçekleştirdiği sanatların başında mimarinin geldiğini işaret ederek sözlerine başlayan Rektörümüz Prof. Dr. M. Fatih Andı şöyle devam etti:
“Mimari sanatı zamanı bünyesine bir ruh olarak aldığı oranda değer kazanır, anlam yüklenir. Zaman hem takvimlere yansıyan kronolojik bir olguyu ifade eder hem de bir toplumun aktüeldeki zihniyet, yaşayış, değerler ve inanç gibi maya unsurlarının toplamını da karşılar. Zamanın ruhu dediğimiz böyle bir şeydir. Bu ruh, mekâna ne kadar sinerse mekân o kadar aidiyet ve kıymet libasını giyinir. Mekânın kimliği ve daha da önemlisi anlamı, böyle böyle oluşur. Bu anlam giderek somut görünümlerinin sanatsal özelliklerinin bile önüne geçebilir. Bu tür mekânlar ses veren, kendisine sahip çıkan toplumlarla konuşan mekânlardır. Bu konuşmanın frekansı diri kaldığı sürece toplum o mekânla, mekân ise toplumuna tebessüm eder. Bizim için bugün Süleymaniye böyle bir eserdir. Sultanahmet de böyle bir eserdir. Selimiye böyle bir eserdir. Ayasofya da bu bağlamda bize seslenen, anlamlar söyleyen bir eserdir. Bir hafıza mekânıdır. Yaşadıklarıyla, yaşattıklarıyla bir toplumsal hatıra mekânıdır.”
Ayasofya için tertip edilen II. Uluslararası Ayasofya Sempozyumu’nun Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi ev sahipliğinde Ayasofya Medresesi’nde düzenlenmesinden duyduğu memnuniyeti dile getiren Prof. Dr. Andı, “Bu vesileyle Ayasofya Medresesini tahrip edilmiş kalıntıları üzerine yeniden inşa eden Vakıflar Genel Müdürlüğüne ve 15 Nisan’da açılışını gerçekleştiren Cumhurbaşkanımıza şükranlarımızı arz ediyorum. Açılışından sonra yapılan bu ilk ilmi faaliyetin ve benzeri nice bilimsel faaliyetlerin, adını aldığımız atamız, büyük devlet adamı ve sanatkâr Fatih Sultan Mehmed’in ruhunu şad edeceğinin idrakindeyiz.” dedi.
“Varlığı ve hikâyesiyle bütün dinlerin sembolü”
Ayasofya Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Zekeriya Kurşun da Ayasofya ile ilgili bilimsel araştırma, inceleme ve eğitim faaliyetleri yapmak üzere kurulan merkezin pandemi döneminde ilk sempozyumu gerçekleştirdiğini hatırlatarak, üç gün sürecek sempozyumda Ayasofya’nın tarihi, sanatı, edebiyatı, mimarisi, medresesi, akustiği ve müzeden camiye tebdili gibi konularda 40 bildirinin sunulacağını aktardı.
Ayasofya’nın, mimarisinin yanında asırlar içinde toplumun hafızasına kazınan hikâyeleriyle de bugüne geldiğini söyleyen Prof. Dr. Kurşun, “Hem varlığı hem de hikâyesiyle yeryüzünde insanlığa yol gösteren bütün dinlerin müşterek ruhunun bir sembolü, birlikte yaşama bilincinin kaynağı olmuştur. Neredeyse bir asra yakın nisyana rağmen camiye dönüştürülmesinde sağlanan büyük uzlaşmanın altında yatan gerçek, görkemli binası değil, hafızalardaki yeridir.” diye konuştu.
Açılış konuşmalarının ardından, Prof. Dr. Uğur Derman başkanlığını yaptığı açılış oturumunda fethe dair bir anısını şöyle anlattı:
“Fethin 500. yıl dönümü 1953’tü ve ben Haydarpaşa Lisesi’nde son sınıfta talebeydim. 29 Mayıs sabahı Hayat mecmuasında bir şiirle karşılaştım. Faruk Nafiz Çamlıbel’in Fatih’e Kasidesi. O kadar hoşuma gitti ki. Çok kısa zamanda hafızama kaydedildi. Muhtelif toplantılarda okumaya devam ettim. 1967’de Faruk Nafiz’i şahsen tanıyıp da 1972’deki vefatına kadar hiç kopmadan devam eden dostluğumuz sırasında bir gün Fatih’e Kasideyi ona karşı okudum. Heyecanını ve hoşgörüsünü tarif edemem.”
Kadim mabede dair 40 bildiri
Oturumda; Fatma Sema Sekban “Dünya Miras Alanlarında Üstün Evrensel Değer Kavramı: İstanbul’da Ayasofya Olmak”, Yasemin Sönmez “Belgeler Doğrultusunda Ayasofya’nın Eski Levhalarının Tespiti”, Aliye Öten “Osmanlı Dönemi Kalem İşi Tezyinattaki Cami Tasvirlerinde Ayasofya Etkisi”, Mevlüt Çam “Bir Medeniyet Tasavvuru Olarak Ayasofya Vakfiyesi” başlıklarında bildirilerini sundu.
II. Uluslararası Ayasofya Sempozyumu 28 ve 29 Mayıs’ta eş zamanlı oturumlarla Molla Hüsrev ve Ali Kuşçu salonlarında devam etti. Kadim mabedin; devletler ve iktidarlar, dini inanç ve ritüeller, kültürler ve toplumlararası ilişkilerdeki rolü ile mimari, sanat, musiki, eğitim, şehir, yazılı ve sözlü kültüre etkilerinin ele alındığı oturumlarda 9 farklı ülkeden 53 katılımcı 40 bildiri sundu. Bu sayede sadece bir şehre değil Anadolu’ya, daha genel anlamıyla Doğu Akdeniz ve Avrupa’ya ilham olmuş dinî bir yapı olan Ayasofya’nın inşasından günümüze kadar geçirdiği tarihsel sürecin Bizans İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti dönemleriyle çok yönlü incelenmesi, bu farklı dönemlerde devletler, kültürler ve toplumlararası ilişkilerdeki rolünün tartışılması amaçlanıyor.
Ayasofya Medresesi hakkında
Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinin ardından bir Osmanlı külliyesine dönüşmeye başlayan Ayasofya’nın kuzey tarafına 1466 yılında medrese inşa edildi. Zaman içinde pek çok onarım geçiren medrese 1870 yılında yıktırıldı. 1874’te yeniden inşa edilerek 1924 yılına kadar medrese kimliğini sürdüren yapı, bu tarihten sonra İstanbul Belediyesi tarafından öksüzler yurdu olarak kullanıldı. 1935 yılında harap durumda olması nedeniyle yıkılan Ayasofya Medresesi, Kültür ve Turizm Bakanlığınca 2017 yılında başlatılan rekonstrüksiyon (yeniden yapım) çalışmalarının tamamlanmasıyla ilim hayatına kavuştu.
Medresede; Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesine bağlı olan Ayasofya Araştırmaları Merkezi, Fatih Sultan Mehmet ve Dönemi Araştırma Merkezi, İslam Sanatları Uygulama ve Araştırma Merkezi, İslam Hukuku Araştırma Merkezi, Yazma Eserler Uygulama ve Araştırma Merkezi, Evliya Çelebi Çalışmaları Araştırma Merkezi, Görsel İletişim ve Tasarım Uygulama ve Araştırma Merkezi yer alıyor. Alanlarında önemli çalışmalar yürüten merkezlere ev sahipliği yapmasının yanında avlusunda kültür ve sanat etkinliklerinin de düzenleneceği medresede kültür tarihiyle ilgili yayınların yer aldığı bir de kütüphane bulunuyor.
Program kitabına ulaşmak için tıklayınız